Bilindiği gibi 27 Eylülden beri gözümüz, kulağımız Azerbaycan’dadır. Oradan gelen haberlerle yatıp kalkmaktayız. Kardeş olmanın gereği neyse o duygularla davranarak otuz yıldan beri devam eden Karabağ sorununun nihai sonucunu beklemekteyiz. Azerbaycan ordusunun Karabağ’da 44 günde göstermiş olduğu kahramanlık dünya kamuoyunda yankısını gösterdi. Modern askeri silahlarla kuşatılan, disiplinli bir Azerbaycan ordusunun oluşumunda ve hazırlanmasında hiç kuşkusuz Türkiye’mizin rolü büyüktür. Bunu Azerbaycan halkı da asla inkâr etmemektedir. Bir millet, iki devlet olmanın gereği neyse, halkıyla, ordusuyla kenetlenmiş, işgal edilen Karabağ topraklarından şımarık Ermeni askeri birliklerinin tabiri caizse kovulması sağlanmıştır. Hain Ermeni ordusu yenilgiyi hazmedemediğinden Gence, Terter, Berde ve birçok şehirlerdeki sivil halkın yaşayış alanlarını hedef almış, bombalı saldırılar gerçekleştirerek onlarca sivil insanımızı bebek, yaşlı demeden ölümüne sebebiyet vermişlerdir. Hem de dünyanın gözü önünde. Muzaffer Azerbaycan ordusu şehitlerin kanını yerde koymamış, savaş meydanında binlerce Ermeni askerini ve mühimmatını etkisiz hale getirerek Füzuli, Cebrayıl, Zengilan, Gubadlı ve Şuşa şehirleri olmak üzere yaklaşık üç yüz yaşayış köy ve kasabayı işgalden kurtarmıştır. 9 Kasım’ı 10 Kasım’a bağlayan gece artık Ermenistan tarafı yenilgiyi kabul etmiş, taraflar Rusya devlet başkanı Putin’in de imzası olan ateşkes belgesini imzalamıştır. Bu antlaşmayla Kelbecer, Laçın ve Ağdam ilçeleri olmak üzere kısa sürede ve belirli aralıklarla Karabağ arazisinden Ermeni ordusu mukavemet göstermeden çekilecek, Hankendi, Ağdere, Hocalı gibi bölgelerde yaşayan Ermenilerin güvenliğine garantör ülke olarak beş yıl süreyle Rusya’nın nezaret edeceği hatta Nahcivan’dan Azerbaycan’a Ermeni topraklarından otoyolun verileceği bu yolun da Ruslar tarafından kontrol edileceği sözleşmenin bazı içeriklerindendir. Buraya kadar yazılanlar hepimizin özetle bildiklerimizdir. Lakin benim üzerinde durmak istediğim konu farklıdır.
Söz konusu antlaşmanın ardından sosyal medya üzerinden birçok paylaşımlar ve muhalif Azerbaycan siyasilerinin kaygılandıkları fikirleri adeta korku senaryoları gibidir. Bilinçli veya bilinçsiz şekilde yapılan bu tür yaklaşımlar kazanılan zafere gölge düşürmektedir. Evvela daha süreç başlamadı. Önce sürecin işleyişini gözlemlememiz ve ona göre tedbirlerin alınmasını tartışmamız gerekirken konuyu 1990’lı yıllarda Rus ordusunun Azerbaycan’da yaptıklarına getirerek kamuoyuna Karabağın Ruslar tarafından istila edildiğini açıklamak cahillikten başka bir şey değildir. Çünkü ne Rusya 1990’lı yıların Rusya’sı değil ne de Azerbaycan eski Azerbaycan değildir. Azerbaycan geçen 30 yılda nasıl geliştiği ve nasıl güçlü bir devlet olduğunu sahada göstermiş oldu. Gerek askeri olarak, gerek diplomaside, gerek siyasi ve enformasyon ilişkilerinde gerçek bir devlet olduğunu en azından Ermenistan’a kıyaslandığında çağ ötesi bir farklılık gösterdiğini hepimiz gördük. Peki bu oluşuma katkı sağlayan sayın İlham Aliyev yönetimi değil mi? Sırf muhalif olmak maksadıyla sayın Aliyev ailesine garezli yaklaşımın Azerbaycan’a katkısı ne olur? Hiçbir şey. Yukarıda belirttiğim gibi Karabağ’ın işgalden kurtuluşunda yediden yetmişe kenetlendiğimiz bu dönemde herkesin sorumlu davranması gerekirken Rus ordusunun barışçıl amaçlı bölgeye gelmesini istila olarak nitelemekle kafaları bulandırmak, siyasi istikrarsızlığa yol açmaktan başka bir işe fayda etmez. Düşmanın tam da istediği işte budur. Azerbaycan’da siyasi istikrarsızlık çıkarmak, mevcut birlik ve beraberliği bozarak zafer yolunda ilerleyişimizi sekteye uğratmak. O yüzden sorumluluk sahibi olmanın gereği yapılmalı, sürece katkı sağlamak maksadıyla yapıcı yaklaşımlarda bulunmamız her bir Azerbaycan vatandaşının borcu olmalıdır. Kaldı ki, sürecin işleyişinde bölgede Ruslarla beraber Türk ordumuzun olacağını bugün sayın cumhurbaşkanımız R.T. Erdoğan’ da açıkladı.
Sürecin geleceğine yönelik öngörülerimizi yaparken bile maalesef kaygılarımızı duygularımıza yansıtarak yapıcı olmaktan uzak bir yaklaşım sergiliyoruz. Buna kesinlikle dikkat edilmesi gerekir.
Ruslara ne gerek vardı? Savaşa devam edilseydi zaten 10 gün içinde düşman tamamen bölgeden çıkarılacaktı. Bu ifadelerde her ne kadar gerçeklik payı olsa da sonuç itibarıyla barış gücü olmadan bu mesele asla çözüme kavuşmayacağına inananlardanım. Evvela düşman Karabağ’dan tabiri caizse “kovulmuş” olsa da pes etmeyecek bu sefer Ermenistan sınırları içerisinden taciz atışlarını sürdüreceklerdi. Zaten amaçları da buydu. Azerbaycan ordusu Ermenistan’ın tacizlerine cevap verdiğindeyse dış güçler müdahil olacaklardı. Ki, Rusya zaten savaşın Azerbaycan topraklarında olduğunu, Ermenistan sınırları içerisinde savaş tehdidi bulunulmadığından meseleye müdahil olmayacağını ilk günden itibaren açıkça beyan etmişti. Bu beyandan alınması gereken mesajlar vardı ve kanımca bu mesaj Azerbaycan tarafından doğru değerlendirilerek doğru zamanda Rusların müdahil olmasına müsaade edildi. Evvela Şuşa zaferinden sonra Ruslara kabaca ifade edersek “şu köpeğini al yoksa…” denildi. İkincisi Ermenistan Başbakanı Paşinyan, Ermeniler için Şuşa hezimetinin sonuçlarını doğru hesaba katarak sayın Aliyev’in taleplerine evet demek mecburiyetinde kaldı. Neydi sayın Aliyev’in talebi? Aliyev, savaş başladığı andan itibaren dünya kamuoyuna verdiği mesajlarda özellikle Hankendi’nde yaşayan yerli Ermenilere dokunulmayacağını, onların birer Azerbaycan vatandaşı olarak bölgede yaşayabileceğini taahhüt ediyordu. Birleşmiş Milletler kararları gereği Ermeni ordularının işgal ettiği topraklardan derhal çıkması gerektiğini, aksi taktirde Azerbaycan ordusunun uluslararası hukukun yerine getirilmesi konusunda gereğini yapacağını her defasında altını çizerek ifade ediyordu. Aslında bu doğru yaklaşım karşılık bulmuyor değildi. Netice itibarıyla bu savaşın sulh ile sonuçlanması için mutlak şekilde barış gücüne ihtiyaç vardı ve uygun olanda Rusya idi. Hem AGİT Minsk Grubu üçlüsünden biri olarak, hem de bölgedeki güç denklemi dikkate alınması bakımından Rusya olmazsa olmazlardan hesap edildi. Dolayısıyla neden Rusya, başka ülkelerin müdahil olması gerektiğini iddia edenlerin, gerçeklikten uzak, hatta garezli bir tutum sergilemekte olduklarına inanıyorum. Ayrıca Rusya Türkiye ilişkilerinin son dönemlerdeki yükselişi, sayın Aliyev’in Rusya bağlantılarını da hesaba katacak olursak bize korku senaryosu anlatanların kaygılarının beyhude olduğuna, yada provokasyon amaçlı yapıldığına işaret etmektedir.
Bu antlaşmayla Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü Ermenistan’a kabul ettirildi. Ayrıca Nahçıvan’ı Ermenistan sınırları içinden geçerek Azerbaycan topraklarına bağlayacak olan kara yolu güzergâhı açılmış oldu. Yukarıda da belirttiğim gibi ne Azerbaycan, ne de Türkiye eski Türkiye değil. Biz dünyada değişimlerin olduğuna inanan birileriyiz. Beş yıl süreyle bölgede barış gücü olarak görev alan Rusya, böylece bizim nazarımızda dünyanın değişimine inanmayanların ve hâlâ “Ruslara güvenilmez” algısıyla yaşayanların bir nevi testine tabii tutulmuş oldu.
Bir İngiliz siyasetçinin söylediği meşhur bir cümle vardır. “İngilizlerin dostu yoktur, çıkarları vardır.” Meseleyi bu açıdan değerlendirecek olursak; Rusya’nın çıkarları, Ermenistan dostluğu, müttefikliğinden daha önemlidir. Dolayısıyla Rusya Türkiye ilişkileri, Rusya Azerbaycan ilişkileri, özellikle son beş yılda (çıkarlar bazında) Rusya’nın Ermenistan’la müttefikliğine kıyasla çok daha ileridedir. Bunu hâlâ görmeyen veya göremeyenler için yaşananların perde arkasını tahlil etmek zaman kaybıdır.
Sefer Azerbaycan halkının, Azerbaycan ordusunun, zafer Allah’ındır. Bu zafere gölge düşürmek hainliktir, alçaklıktır. İstikrarı bozmamak adına sabırla süreci beklemek muhalif olmaktan çok daha yararlıdır. Nasıl derler: “Mevlam görek neyler, neylerse güzel eyler!”